23 Ekim 2019 Çarşamba

Cimri (Molière) Üzerine...



Komedya türündeki oyun, bir Fransız burjuvasının paraya aşırı düşkünlüğünü mizahla anlatan bir Molière klasiğidir. Eserin yazılışı, ortaçağın son dönemlerine, yani tacir kökenli burjuva sınıfının toplumsal dönüşümüne ve muteber aristokrasinin alt edilerek yükselişine denk geliyor.


Molière’in, değişen toplumsal hiyerarşiden belli tipler seçip yarattığı karakterler, aslında aristokrat soylu sınıfın erdemlerine bir özlem ihtiva etmektedir. Zira, hızla yükselmiş yeni egemen sınıf burjuvazi, aristokrasi kadar iyi eğitim görmemiş, ahlaksal vasıfları ve yaşam tarzı dolayısıyla saygınlığını henüz kabul ettirememiştir. Bu yeni sınıfın, sermayeye dört kolla sarılışının nedeni, hızla ulaştığı üstün toplumsal konumunu muhafaza etmektir.


İşte oyuna adını da vermiş bulunan başkarakter Harpagon, aristokrasiyle özdeşleşmiş erdemlerden biri olan cömertliğe, eli açıklığa tam zıt olarak yazılmış, aşırı cimri, huysuz bir ihtiyardır. Bütün gayesi, bir şekilde biriktirdiği parayı gülünç tasarruflarla korumak ve faizle büyütmektir. Cimriliği onu öyle bir noktaya getirmiştir ki, sermayesini biriktirmek, daha da çok biriktirmek için çocuklarının saadetini dahi umursamaz olur, kendini onların da önüne koyar. Keza, oğlu Cléante de, aristokrat varislerinde görmeye alışık olduğumuz yiğitlik ve gözü peklik erdemlerinden pek nasibini almamış bir karakterdir.


Bu küçük sınıfsal tahlili yaptıktan sonra nihayet seyircisi olduğum oyunun sahne performansına değinebilirim. CKM’de bir akşamüstü izlediğim oyun, Semaver Kumpanya tarafından temsil edildi. Tek tek oyunculukları anlatırken bir kişiyi ayırmak istiyorum; Masum ve Leyla ile Mecnun dizilerinden tanıdığım ve çok beğendiğim Serkan Keskin, Harpagon rolünün hakkını sonuna kadar vermiş. O uzun ve etkili tiratları, kocaman jestleri, bitmek bilmeyen enerjisiyle oyunu resmen aldı götürdü. Enerji demişken 3 saati bulan 2 perdelik bir oyundan bahsediyorum, hiç de kolay olmasa gerek! Buna rağmen bazı bazı yükselip de bağırdığı sahnelerin ‘’olmasa da olur’’ cinsten bulduğumu söylemeliyim.

  

Frosine rolündeki Sezin Bozacı’ya da hakkını teslim etmek gerekiyor. Canlandırdığı karakter çok orijinal yazılmış ve olay örgüsüne dahil olur olmaz oyun gerçek anlamda merak uyandırmaya başladı. Zira o role girene kadar seyirci karakterlere tam olarak ısınamamıştı ve bariz bir tempo düşüklüğü vardı. Özellikle Serkan Keskin ile diyalogta olduğu sahne ile zirve yaptı. İlk samimi kahkahalar da böylece salondan yükselmiş oldu.


Cléante (Rojhat Özsoy) ve Elise (Cansu Saka) rollerinin ise karakterlerin pasif olmaları nedeniyle hayli geride kaldığını söyleyebilirim. İlk diyaloglar bu iki karakterdeydi ve replikler ilgi uyandırıcı olmadığı gibi, oyuncuların da ürkek kaldığına, seslerini doğru kullanamayıp arka taraflara yetiştiremediklerine şahit olduk. Harpagon sahneye çıkıp uykumuzu dağıtana kadar dakikalar adeta geçmek bilmemişti. Geri kalan oyunculuklardan ise hem hizmetçi hem şoför Jacques Usta (Ahmet Kaynak) dışında aklımda kalan bir performans olmadı. Zaten evin diğer iki hizmetçi kızının rolleri belki üç cümleyi söyleyip çekilmekten ibaretti.


Her sonuçta oyun; belki bir 15 dakika daha kısa olsaydı, ''gürültülü oyunculuklarla'' reaksiyon almak yerine minimal oyunculuklar tercih edilseydi, klasik döneme has, güncellikten uzak mizah, biraz daha günümüze uyarlanabilseydi, ben de birinci perde kapanırken oyundan çıkıp çıkmama tereddütü yaşamazdım diyorum ve noktalıyorum. Yine de siz çok sık tiyatro izleyen biri değilseniz ya da uzun süreden sonra ilk defa gidecekseniz eğlenebileceğinizi düşünüyorum. Sonuç olarak ikinci perdeden itibaren yükselen tempodan ötürü puanım: 6.5/10